27 Aralık 2011 Salı

Günler ayları kovalarken

Neredeyse bir yıla yakın zaman geçmiş. İyisiyle, kötüsüyle. Çok çalıştım, çok yoruldum ama bir tek bloglara el atamadım.
Bu süreçin en önemli olayı anaokulu açmamızdı. Halilin isteğiydi aslında :) Çocuklar doğduğu günden beri kendi anaokulumuzu açalım deyip duruyordu. Dedi, dedi, oldu; işi bana kaldı :) Şimdi de lokanta açalım diyor, korkuyorum :)
Uzunca ve deneyimlerle dolu bir süreçten sonra Çekmeköy Küçük Şeyler Anaokulunu açtık. Halile diyorum aslında ama benim de aklımın bir köşesinde varmış. Bilgisayarımın sık kullanılanlarında anaokulu dosyası açacak kadar, anaokulu ile ilgili yazıları saklayacak kadar.
Nisan ayında inşaatına başladık. Çok sevgili mimar arkadaşım Yeşim Haznedarın emeği ile okulumuz ortaya çıktı. Çok komik, çok sinirlendiren, üzen, umutlandıran anılarımız oldu. Keşke yazsaydım diyeceğim yüzlerce şey. 23 Temmuzda tanıtım günü, 22 Ekimde açılışımızı yaptık.
Niye kendi okulumuzu açtık? Gül gibi işlerimiz varken...Başka türlüsünü yapamazmışız çünkü. 3-6 yaş bir çocuğun kişiliğinin atılmasında, ileride nasıl bir insan olacağı konusunda çok hassas, çok dikkat edilmesi gereken bir dönem. "7sinde neyse 70inde de o" lafının kaynağı. Bu dönemde kendi istediğmiz gibi bir sistemde, kendi istediğimiz gibi bir okulda okusunlar istedik. Antibakteriyel sıvı sabununun, yılsonu gösterisinin olmadığı, koşturup oynayabilecekleri kocaman bir bahçede, çocuğu önemseyen bir sistemde olsunlar istedik.
Yüzlerindeki gülücükleri, okuldaki tüm çocuklarımızın yüzlerindeki mutluluğu gördükçe evet diyorum. İyi yaptık :)

30 Mart 2011 Çarşamba

Annelere linkler-1

3 yaşına kadar üçüzlerle oyunlarımız konulu olmaktan ziyade onların en fazla eğleneceği şekildeydi. Benim için en önemlisi gün içinde mümkün olduğu kadar dışarıya çıkmaları ve istedikleri kadar kitap okunmasıydı. Duygu ablaları onlara "faaliyet" de yaptırıyordu. Bu kelime bana garip geldiği için tırnak işaretine aldım :)) Her gün bir tane elişi yaptırıyordu diyeyim. Bence 3 yaş altı çocuğun, bir ablası elini tutarken kağıda birşeyler yapıştırması çok anlamlı olmasa da :) Duygu sağolsun onlarla çok güzel ilgilendi, şarkılar öğretti, birlikte dans ettiler, kitap okudular ki bence en güzel kısımlar buydu.

Ufaklarken en çok sevdikleri oyun Montessori aktivitelerinden sürpriz çantasıydı. Hala da çok severek oynarlar. Onun dışında genelde oyunlarımız kendiliğinden, elimizde ne varsa ona göre şekillendi. Dallarla, taşlarla, yapraklarla çok oyun kurduğumuz oldu. Örtüden çadır yaptık. Masalarını ters çevirip gemiye bindiler.


Mesela geçenlerde bir sepet deniz kabuğunu döktük, gözler kapalı onları hissetmeye çalıştılar. Kulaklarına götürüp deniz sesi dinlediler. Kabukları kendi içlerinde ayırdılar. Bir akşam da anneannelerindeki plastik meyvelerle oynadık. Gözler kapalı (tabii hile yaparak :)) hangi meyve olduğunu tahmin ettiler.


Bir akşam da bahçeye ektiğimiz çiçeklerin saksısından pembe saçlı kız yaptık. Ters çevirip deliklerinden rafya geçirip kıvırdık. Sonra göz ve kulak yapınca oldu pembe saçlı kız. Çok çirkin olduğunu da itiraf edeyim :)


3 yaşını geçince artık biraz daha amaca yönelik oyunlar kuralım diye araştırırken bulduğum yaratıcılıkta sınır tanımayan annelerin linklerini de buraya ekliyorum.












Bir de dün açılanlar ama bugün mahkeme kararıyla engellenenler var:






8 Şubat 2011 Salı

İçki yasağı, anne bakışıyla

İnsanların tabii ki istediğini istediği yerde içmek hakkı vardır gibi, demokrat yanım dese de, anne yanımla içki yasağını sonuna kadar destekliyorum.
İçmeyi bilmeyen insanların olduğu bir ülkedeyiz. İçer, etrafı dağıtır, karşısındakinin kafasını, ağzını burnunu dağıtır, trafiği dağıtır, hem kendinin hem bir başkasının arabasını dağıtırı geçiyorum. Çok şükür böyle olaylara denk gelmedim (sayılır) ama çocuk parklarındaki, ormanlardaki içki şişelerine da-ya-na-mı-yo-rum !!! Buralardaki çöplere de dayanamıyorum !!!
Sadece içki değil, dışarıda çekirdek yeme yasağını da sonuna kadar destekliyorum. İstanbulda 17 milyon kişi yaşıyorsa, herkes bir tane çekirdek çöpünü yere atsa, 17 milyon eder !!! Hadi çekirdek bir nebze, en azından doğaya karışır diyelim.
Ama Üsküdardaki sahildeki çocuk parklarının durumu rezalet. Belediye istediği kadar temizlesin, akşamları manzarayı güzel bulan, şisesini kapıp geliyor. Hadi içiyorsun, şişeni niye kırıyorsun. Kendi kafasında kırsa, amenna. Ertesi gün bize de ancak parkı görmek kalıyor!
Niye bu kadar sinirliyim? Hafta sonu çocukları orman yürüyüşüne götürelim dedik. Çekmeköyde yeşillik alan en azından şimdilik hala var. Hatta orman bile denebilir. Ağaçların altı gayet temiz. Rahatlıkla yürünebilir. Ama gel gör ki yol kenarları içki şişeleri ile dolu. Kırık içki şişeleri!!! Plastik olanlar temizlenebiliyor, toplayıp çöpe atabilirsin. Ama şişeler çok ve parça parça.
Bir yerde mola verdik.
Çocuklar kendilerince sincaplara yuva hazırlıyor, ama bir baktım az ilerilerinde kırık içki şişeleri. Daha önceki tecrübelerime dayanarak, çöpleri toplamak için yanıma aldığım poşeti açtım, temizledim ama hangi birini temizleyeceksin ki...
Sonuç: İçmesini bilmeyen içmesin kardeşim!!! Kamuya açık alanda içki yasağını da sonuna kadar destekliyorum.

25 Ocak 2011 Salı

3 yaşa doğru üçüz anneliği

Vertigolu vetigolu otururken, anne gel beni eyle demeyen, Tanrının bir bugüne has lütfu olsa gerek, birbirlerini yemeden güzel güzel oynayan 3 çocuğun varken bu satırları yazabilmek...

19 Ocak 2011 Çarşamba

Bento

Bir önceki yazıda yazdığım gibi, çocuklara görsel açıdan zengin bir tabak nasıl hazırlarım diye araştırırken Bento ile tanıştım.
Bento, Japonların beslenme çantası. Ama resimlere bakınca Caponlar yapmış gene yapacağını dedirtiyor :)
Okuduğum sayfalarda çok özen gerektirdiği yazıyor.
Türkçe kaynak olarak bu sayfayı buldum.
Ama şu şekilde hazırlanmış tabaklara da çocukların itiraz edeceğini sanmıyorum :)
O kadar zahmete de gerek yok. Kaşara takılmış iki kürdandan kulak, zeytinden gözler bile kurtarabilir durumu :)
İlham almak için Annatheredin sayfasında iştah açan resimler bulabilirsiniz :) Kuzulara şimdiden afiyet olsun :)
Birkaç resim:





Hello Kitty bento box









Üçüzlerin yemekleri

Üçüzler çok şükür yiyen çocuklar. Yemekle ilgili çok fazla sıkıntı yaşamadık. Tabii ki her çocuk gibi yemeyi istemedikleri şeyler, istemedikleri zamanlar var ama o konuda da ben ısrarlı değilim. Hamileyken kilo almamam gerektiği için yiyebildiğim şeyler haşlanmış sebzelerdi. O kadar çok yedim ki çocuklarım sebze yemese de üzülmem, anne karnında yedikleri ömür boyu yeter dedim. Bir iki kere dışarıda brokoli denk geldiğinde uzattım ama suratıma baksalar, suratımdaki ifadeden zaten yemezlerdi :) Hatta yemedikleri için mutlu bile olmuşumdur :) Nedense bir türlü brokolinin çok faideli, anne deyişiyle vitaminli olduğuna inanamayışımdan herhalde.
Kiloları iyi olan çocuklar. Kilo aldıracak şeylerden sadece kuruyemiş, makarna, pilav yerler. Makarna ve pilavı da kısıtlı. Beyaz ekmek de kısıtlıdır. Genelde Unonun çocuk ekmeğidir ekmekleri. Ya da birlikte yaptığımız ev ekmeği. Dondurma yaz, kış unutmazsam veririm. Onun dışında birisi şeker uzatsa bile biz şeker yemiyoruz diye geri veren çocuklar. Pasta ise bir yılda 2 veya 3 kere yememişlerdir. O da doğum günü pastasıdır. Bisküvi ve kurabiyeyi hazır vermiyoruz. Bazen Duygu ablalarıyla birlikte kurabiye, kek yaparlarsa onu yerler.
Çukulata bitterlerinden ayda bir veya ikidir. Aman maşallah diyeyim, kendi nazarımı değdirmeyeyim :)
Tabii ki bizim evde de tabağı önüne koyalım, onlar da bir kerede silip süpürüp "daha yok mu anne" dedikleri durum yok. Biz de bazen oyunla yediriyoruz.
Bir dönem annemin yemek stratejisinden kaynaklanan, akşam yemeği yememe durumu vardı. Kahvaltı, sonra meyve, kalkınca yemek akşam bir daha yemek gibi!!! bir alışkanlık olmuştu.
Sonra bu duruma el koydum. Kahvaltı ettikten sonra parka gidiyorlar. Gelince yemek yiyorlar. Akşam üzeri kalktıklarında meyve, akşam bizimle de yemek.
Geçiş döneminde zorlandık. Sinir harbine dönmesin diye bir kural koyduk. Bizim evde televizyon sadece akşam açılır. Televizyon yemek yedikten sonra dedik. Yemeğini yersen televizyon gibi bir cümle asla kurmadık. Sadece yemekten sonra dedik. O sırada yemek istemeyene ısrar etmedik. Hangimizin canı her dakika yemek istiyor ki. Ama bildi ki televizyon seyretmek istiyorsa yemekten sonra seyredebilir.
Kötü bir alışkanlık kabul. Ama geçiş dönemini az sancılı atlatmamızı sağladı. Hala da devam ediyor.
Yemek derken biz de tabaklarına insaflı miktarda koyduk. Az koyduk, ama tamamını yemesini sağladık.
Evet, yemek yedirirken bazen oyunlar oynattık ama bunu abartmadık. Hep kendi önlerinde kaşıkları, çatalları oldu. Önce kendileri yemeye başladılar, biz destek olduk. Küçüklerken belki bir kaşığını kendileri yediler. O dönemde peacockstan, sonrasında Mothercareden ve ikeadan aldığımız kollu önlükler çok işimize yaradı. Döke saça yediler ama kendileri yediler.
Bir dönem kaplan gibi, maymun gibi yemek en favori oyunlarıydı. Kendini maymun zanneden Kayra, maymun veya kaplan gibi yemekten çok mutlu oluyordu.
Ama bence en önemlisi çocukların sofra hazırlama ve yemek yapma kısmına katılmasını sağladık. Birlikte yaptığımız ekmekleri, ekmek canavarı kızımı fırın ekmeği yemekten alıkoydu. Birlikte yaptığımız ıhlamur ve kış çaylarından oluşan bitki çayı yani anne çayını kendileri içmek istediler. Muzlarını kendileri doğradılar. Hilal hanımdan öğrendiğim, Montessori sisteminde yer alan şekilde 3 küçük kesme tahtası aldım. Kendi bıçaklarıyla doğrayıp kendileri yediler. Biz yemek yaparken güvenli bir şekilde, sandalye çekip izlemelerini sağladık. Özellikle de oğlum yemek yapmaya çok meraklı bir çocuk. Birlikte yaptık. Hatta elimden geldiği kadarıyla, en yakın fırsatta onlara mutfak önlüğü dikmeye çalışacağım.
Bir de yemeklerini önlerine mümkün olduğu kadar görsel olarak güzel hale getirerek sunmaya çalıştım. Kahvaltı tabaklarında çoğunlukla bir adam yüzü oldu :) Domatesten ağız, peynir üzeri zeytinden gözler gibi. Kuru fasulyeden adam, pilavdan saç, yogurtla süsleme yaptım mesela.
Önlerine atılmış bir tabak karışık kuruşuk yemektense, hayal güçlerini çalıştıran, eğlenceli hikayeler oluşturduğumuz tabaklarla servis etmeye çalıştım. Tabii ki her zaman bunu yapmak mümkün olmadı ama görsel açıdan güzel bir tabakla, normal bir tabağın arasındaki yeme farkı da çok belirgin.
Tabak, yemek süsleme konusunda daha neler yapabilirim diye araştırırken de Bento ile tanıştım. O da bir sonraki posta.




16 Ocak 2011 Pazar

Bir Kar Masalı

Nurturia dan tanıdığım, sonra tanıştığıma çok mutlu olduğum annelerden Esranın yazdığı, Ozgurannenin oynadığı ve Olmadık işler peşindenin muhteşem çizgileriyle çizdiği bir kitap: Bir Kar Masalı
Uzun zamandır böyle keyifli bir çocuk kitabı okumamıştım. (Evet, çocuğuna okuyacağı kitabi önce kendi okuyan, ince eleyip sık dokuyan annelerdenim)
Kitap İphone uygulamalarında yer almış bile :) Darısı çocuklarımın eline gönül rızasıyla, seve seve vereceğim basılı haline :)

9 Ocak 2011 Pazar

Çocuklara hız sınırı

Çocuklar için oto koltuğu şart deniyor, teyyy.
Oto koltuğu aman önde çocuklar oturmasın gibi güvenlik önlemlerini geçtim, galiba önce 3 yaşındaki çocuklara 90 kilometre hız sınırı konması lazım !!!

3 Ocak 2011 Pazartesi

Üçüzlerle Hayat 1

Üçüzlerle hayatın nasıl gittiği en çok sorulan sorulardan.
Tüp bebek mi, ailede var mı, biri ağlayınca diğerleri ağlıyor mu, tek yumurta mı çift yumurta mı gibi soruların cevabı için buyrun
Üçüzlerle hayat zor mu bilmiyorum.
Karşılaştırma grubum yok. Öncesinde tek çocuk bakmışlığım yok. Çevremde küçük çocuk da yoktu.
Anne oldum, üçüzlere anne oldum. Bebekleri zamanında doğurmaya o kadar odaklanmıştım ki gerisini sorgulamadım. Çocuklarımla ilgili hayal bile kurmadım. Doğdular sürpriz oldu. Allah hamilelerin duasını kabul edermiş. Dilediğim birkaç şey vardı, çok şükür onlar da oldu.
Hamileyken karar aldım. Kendimi hiç bırakmayacağım, şikayet etmeyeceğim diye. Bir kere kendini bırakıp, kötü yönünden bakmaya başlayınca iyimser olmak çok daha fazla efor istiyor.
Şükür bugüne kadar da benden şikayet duyan olmadı.
Ağladılar, Şükür sesleri çıkıyor da ağlıyorlar dedim. Tabii ki bunaldığım, yorulduğum, daraldığım oldu. Gene de iyi tarafından bakmaya çalıştım. Hatta bir ara Caillounun annesi gibi bir şeydim. İlk Caillouyu izlediğimizde eşime dönüp "ben de böyle android gibi mi duruyorum" dedim. Başını sallayıp gülünce "Tamam, abartmayayım bari" dedim. Yani yaklaşık 2.5 yaşına kadar çocuklara hiç kızmadım. O civarda bir ara üçü birden dellendirdiğinde başımı tutup, ses çıkarmadan offff yaptım, oğlan gördü ağladı.
Gerçi hala bağırmıyorum, evimiz benim açımdan gayet sessiz. Zaten bağırsam da gürültüden duyulmaz.
Olayın maddi kısmından da bihaberim. Eşim ultrasonda üçüzleri ilk gördüğünde (ben göremiyordum, eşim de doktor) Cemil Hocayla konuşmadan birbirlerine bakıp güldüler. Eşimin ilk söylediği laf "çok çalışmam lazım çok" oldu. Hala çalışıyor. Kendisine "Esra ve üçüzlerinin sponsoru" diyorum.
Uykusuz kalınca yaşanabiliyormuş. Bunu bizzat yaşadım. Halüsinasyon aşamasına hiç gelmedim ya da gelmediğimi zannediyorum. Görmüş de olabilirim, emin değilim.
En büyük kabusum bir tane daha "Bunlar iyi günlerin, asıl ... zor" diye cümleye başlayan insanlarla günde üç beş değil her dakika karşılaşmak. Diş çıkarınca gör, yürürken gör, otururken gör, kalkarken gör kısmını çok şükür görmeden atlattım. Darısı "okula başlayınca gör, ergenliğe girince gör"e...
Üçüzlerle evde hayat gayet eğlenceli geçiyor. Sürekli hareket var. Onları izliyorum, öğreniyorum. Bazen sokakta bir karıncayı incelemenin 10 dakika civarında sürebildiğini, bazen denizin neden tuzlu olduğunu. 20 dakikada giyinip, hazırlanıp, 3 çocuğu giydirip kapıdan çıkmayı da...30 yaşından sonra insan kolay kolay değişmez lafının doğru olmadığını da. Öğreniyorum, değişmeye çalışıyorum.
Kendini tanımayı, gaye edinmeyi, ben niye varım sorusuna cevap arayanları da tez elden bir çocuğa anne baba olmayı öneriyorum.

İsim hikayesi

Yeni yıl için almadığımı zannettiğim kararlarımın arasında bloglarımla ilgilenmek, yenilerini açmak vardı. Birkaç tane olan, ama bir türlü el atamadığım bloglarımı düzenleyecekken bir tane de günlük hissiyatimlarimi, annelikle ilgili de yazılar yazabileceğim bir blog daha açayım dedim.
Aslında "Gökten 3 elma dustu"yu seçecektim, hepimiz rahat edecektik, kapılmış.
Otobüste dellendiğim, kendimi uzaylı hissettiğim bir anda Merhaba Dünyalıya karar verdim. O da alınmış. O arada kendimi o kadar bu dünyadan değil hissettim ki adı Merhaba Dünyalı ben dost oldu. Haliyeti ruhiyem değişince blog kaldı ama yenisini açmak şart oldu. Kadrini kıymetini bilecek bir talipliye bu blog adresini seve seve verebilirim.
Üç noktayı sık kullanırım. Anlamlı da olur dedim ama o da alınmış.
Maillerimdeki imzamın altındaki etikette üçüzlerim için "Aşkın A hali Aysara, H hali Hilal, Yusuf hali Kayra" yazar. askinahaliaysarahhalihilalyusufhalikayra.blogspot.com için de abartmayayım artık dedim. Benim için aşk üçüzlerim, e o zaman Aşkın 3 hali olsun dedim. Onda da teknik nedenle 2 kere açıldı :)
Blogları yayınlamaya başlayınca dipnotları Çuvaldızın iğnesi yazarım diye aklımdan geçirmiştim. Aşkın 3 haline yazarken "a cuvaldizinignesi.blogspot.com" var mi derken o da oldu :)
Hayırlı olsun efendim :)

Aşkın 3 hali

Allahın hakkı 3tür.
Üçler yediler kırklar.
Kur'an-ı Kerimi, yere düşen ekmeği, üç kez öperiz.
Baba oğul Kutsal ruh inancı teslisdir.
Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncü de durur artık.
Gökten 3 elma düşer.
Kahvenin 3ü bir arada olanı iyidir.
Baskette 3lük kıymetlidir.
Maddenin 3 hali: Katı, sıvı, gaz.
İyi şeyler 3 vakte kadar olur.
3 dilek hakkımız vardır.
Bir de benim üçüzlerim var :)